Zulüm ve soykırıma karşı herkesin bir planı var, Allah'ın ise bir hükmü!

Türkiye İsrail için vazgeçilmez. Ve İsrail de, NATO’dan, ABD’den, İngiltere’den vazgeçmeyen Türkiye içinde aynı durum geçerli. Ayrıntıları açıklayayım!

İsrail’le ilişkilerimiz İsrail kurulduktan sonra değil, 1. Dünya savaşından hemen sonra başladı. İsrail devletinin kuruluşuna giden yol, İstanbul ve Ankara’dan geçer. “Tarihin” sonuna doğru da, “Büyük İsrail’e giden yol, “Çekiç Güç”, “BOP” Yeni Ortadoğu üzerinden Ankara’dan geçer.

PKK’da, FETÖ’de bu projenin bir parçası idi aslında. DHKP-C de öyle, Vehhabizm, DAEŞ, Safevi Şia’sı, Dahlan Senaryosu ile Mısır, Suudiler, BAE’de bunun bir parçası idi. Hatta Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak da öyle. Bizim tek parti dönemi de, çok partili döneme geçiş, darbeler dönemi, hepsinde bunun izlerini görebilirsiniz. Hele darbe dönemleri hep Kemalist görünümlü birileri rayından çıkan Demokrasiyi rayına oturtmak (!?) için, Laiklik için darbe yapmadılar mı?

İsrail “Psikolojik savaş”ta kesin bir yenilgiye uğradı ve bu saatten sonra önümüzdeki iki yılda yapılacak tüm seçimlerde Gazze’nin gölgesi sandığa yansıyacak. Sadece İslam ülkelerinde değil, tüm dünyada.

28 Kasım’da BM’de , İsrail’in işgalindeki Golan tepelerinden geri çekilmesi ile ilgili oylamada “Hayır” diyen sadece 8 ülke vardı: ABD, İngiltere, İsrail, Avusturalya, Kanada, Marshal adaları, Mikronezya, Palau.. Çoğunluğunu batılı ülkelerin oluşturduğu 62 ülke çekimser oy kullanmış. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 91 ülke, (Çin, Hindistan, İran ve Rusya dahil) İsrailin Golan’dan çekilmesi yönünde oy kullanmışlar. Bosna-Hersek çekimser kalmış. Öte yandan İspanya, ağırlığını "Bağımsız Bir Filistin Devleti"nden yana koydu.

İspanya önce Endülüs'ten Müslümanları çıkarttı, sonra da Yahudileri sürdü. “Bugün İspanya İsrail'e karşı Müslüman Gazze halkının yanında. Bundan rahatsız olan MOSSAD, bir itibar suikasti için hemen kollarını sıvayarak, ‘İspanya Kraliçesi'nin, kız kardeşinin eşiyle aşk yaşadığı’ dedikodusunu dillendirmeye başladı. Zaten İspanya'nın Yahudilerin tarihsel hafızasındaki yeri, 1492 sürgününden dolayı hiç de parlak değil. Bu olay ve son günlerdeki bazı açıklamalarından da anlaşılıyor ki MOSSAD, açık ve örtülü operasyonlarına hız verecek. Onun için biz de dikkatli davranmalıyız.

Siyonistler, MOSSAD, onların operasyon örgütü HABAT din, ahlak, hukuk tanımıyor. Yer geliyor Epsteine’i, yeri geliyor Agartha’yı kullanıyor. Bunların ajandalarında kaset de bol, dosya da. Bu oltalar bir çok iş adamı, bürokrat, cemaat temsilcisi, STK’nın, bilim adamının, Media mensubunun damağına takıldığı için onların bunlara karşı sesi çıksa da eyleme geçmeleri beklenmez.

Biz onlara “aklını başına al” derken, onlar da dosyaları ve kasetleri işaret ederek aynı uyarıyı kendilerini uyaranlara yapıyorlar. Onların bu uyarılarını ciddiye alanlar çevremizde etkili ve yetkili bir konumdayken bizim onları uyarmamız onlar üzerinde pek etkili olmayacaktır. Onun için fütursuzca ve pervasızca, kendi güçlerinden çok bizim zaafımızdan aldıkları güçle ve aymazlıkla, cüretkar bir şekilde “Siyonizm karşıtlığı, Yahudi karşıtlığıdır” diyebiliyorlar.

ABD’deki son oylama ile “Nil’den Fırat’a büyük İsrail’i kurma emeline karşı gelmek” suç sayılmış olmuyor mu? Sıra bize geldiğinde, İsrail'e söz dinletemeyenler, güç yetiremeyenler, ABD, AB ve İngiltere’ye söz dinletip, güç yetirebilecekler mi? O zamanda başka bir düzenli ordu hesabı yapma gereği mi duyacaklar yoksa!

Cumhurbaşkanı Erdoğan: "İsrail gerçek bir ordu ile karşılaşırsa akıbeti berbat olur. Çok geçmeden bu akıbet ile karşılaşmak istemiyor ise aklını başına alması gerekiyor” dedi. 

Gazzelilerin karşısında İsrail yok, İsrail'in arkasında ABD, İngiltere ve AB ülkeleri var. Biz, İsrail'e meydan okuyoruz da, arkasından güçler sebebi ile doğrudan sürece müdahil olmuyoruz değil mi? İsrail'in korkması ve aklını başına alması gereken güçlerden korktukları için İİK ülkeleri seslerini kesmiyorlar mı? Gazzeyi de küçük görmeyin, ötekilerin Atom bombaları varsa, Gazzelilerin Allahı var. La galibe İlallah!

Mazlum Filistinli kardeşlerimiz, günlerdir zâlim siyonistler tarafından soykırıma tâbî tutuluyor. Bu vahşet karşısında kalplerimiz daralıyor, yüreklerimiz parçalanıyor.

Bütün bu olup-bitenleri Allah (cc) gördü, duydu, biliyor.

Gerçekten de bugün dünya, kelimelerin ifadeden âciz kaldığı çok ağır bir vahşet yaşıyor. Zâlimler ve destekçilerinde idrâkler dumûra uğramış. Gönüllerdeki merhamet damarları ve vicdanlar tamamen kurumuş. Kalpler, katılıkta taşlarla yarışıyor. Kibir ve hırsın, insanı nasıl şeytanlaştırdığının âşikâr bir misâlini seyrediyor dünya…

Siyonist İsraillilerin insanlıktan çıkmış hâlleri, sırât-ı müstakîmden uzak kalan bedbaht ve gâfil bir kimsenin, nasıl vahşîleşebileceğinin ve zulümde engel tanımayacağının bir numûnesini yansıtıyor âdeta…

Bizlerin de kardeşlerimizin uğradığı bu ağır zulüm ve cânîlik karşısında gönüllerimizin kan ağlaması ve derin bir hüzne gark olmamız, mü’min olmamızın bir gereği. Rabbimizʼin bizlerde görmek istediği bir gönül hassâsiyeti. Zira Efendimiz bu hakîkati şöyle dile getiriyor:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirle­rini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)

Bizlere düşen; Maddî imkânlarımızı Filistinli kardeşlerimiz için seferber edebilmek… Maddî imkânlarımız yoksa, bilhassa seherlerde İslâm’ın ve müslümanların zaferi için niyazlarda bulunabilmek…

Özellikle, Dâvud -aleyhisselâm-’ın devrinde az sayıdaki Tâlût ordusundaki îmanlı askerlerin, çok sayıdaki Câlut ordusuyla karşılaştığında yaptığı şu duâyı, bugünlerde bol bol edelim:

رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ

“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır (yüreğimizi sabırla doldur), ayaklarımızı sağlam bastır (bize mukâvemet/direnme gücü ver ve bizimle savaşan) kâfir kavme karşı bize yardım et.” (el-Bakara, 250)

Şu bir hakîkattir ki; Hak ile bâtılın, îman ile küfrün mücâdelesi kıyamete kadar devam edecektir.

Her devirde, Allâh’a verdikleri sözde duran ve îmanları uğruna şehâdeti büyük bir aşkla yudumlayan müʼminler var olmuştur.

Firavun’un sihirbazları hidâyete nâil olduktan sonra en ağır eziyetlere göğüs gerdiler ve büyük bir îman vecdi içinde Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ ettiler:

“…Rabbimiz! Üzerimize bol bol sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al!” (el-A‘râf, 126)

Ama aslâ Firavun’a meyletmediler ve onun tehditlerine aldırmadılar. Şehid ve velî olma şerefiyle Cenâb-ı Hakk’a kavuştular.

Yine Ashâb-ı Uhdûd’un hendeklerde yaktığı mü’minler de tevhid dâvâsı uğruna korkusuzca ölüme giderek îmanlarının bedelini Hak Teâlâ’ya minnetle ödediler. Böylece Allah Teâlâ da, onları seçkin ve sâlih kulları arasına dâhil eyledi.

Yine Habîb-i Neccâr, hak ve hakîkati tebliğ için, Allah yolunda taşlanarak öldürüldü.

Dakyanus’un zulmü yüzünden mağaraya sığınan Ashâb-ı Kehf de;

رَبَّنَا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا

 “…Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve (içinde bulunduğumuz şu) durumdan bize kurtuluş yolu hazırla.” (el-Kehf, 10) diyerek Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ettiler.

İlk müslümanlar da Mekke devrinde, hicrete kadar on üç sene boyunca, îmanlarının bedellerini en ağır sûrette ödediler. Açlık, zulüm, boykot, Habeşistan hicretleri gibi birçok meşakkat, hep îman mukâbili ödedikleri ağır bedeller idi.

Velhâsıl onlar, îmanları uğruna şehîd oldular, can verdiler, ama aslâ îmanlarından tâviz vermediler.

Bugün de Filistinli müslümanlar aynı dik duruşu sergiliyorlar. İslâmʼın izzetini, müslümanın vakarını, îmânın kazandırdığı metâneti bütün cihana gösteriyorlar.

Siyonistler, bu vahşetlerine ne kadar azgınca devam etse de, Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Allâh’ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan aslâ vazgeçmez.

O, Allâh’a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dînini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidâyetle ve hak dinle gönderendir.” (et-Tevbe, 32-33)

Yani bir gün İslâm’ın bütün dinlere gâlip geleceği, Rabbimiz’in bir vaadi. Öyleyse mü’min dâimâ ümitvâr olacak. Elinden ne geliyorsa yapmanın gayreti içinde çalışacak.

Duamız odur ki; Cenâb-ı Hak, bizleri nûrunun tamamlanmasında memur eylesin.

Tarih Gazze’de bir îman mücâdelesine şahitlik ediyor. Bugün Gazzeli kardeşlerimiz, Cenâb-ı Hakk’ın bizlerden istediği îman celâdetini sergileyen cesaret timsâli yiğit ve bahtiyarlardır.

Onlar Allâh’a olan sadâkatlerini, hiç tereddüt etmeden şehâdete yürümek sûretiyle ispat ediyorlar…

Onlar imtihan yurdu olan bu fânî cihanda peygamberler ve sıddıklardan sonra en yüksek derece olan şehidlik mertebesine erişerek ebedî yurtlarına hicret ediyorlar…

Bugün de Filistinli kardeşlerimizin sergiledikleri îman gücü karşısında dünya büyük bir hayret içinde. Onların ölümü hafife almalarına şaşırıyor, her türlü mahrumiyete rağmen vakur ve metîn duruşlarına hayran kalıyorlar.

Îmânın bir gönlü nasıl üstün bir sabır, tevekkül ve rızâ hâliyle donattığına şahit oluyor ve İslâm’ı araştırmaya yöneliyorlar. Hattâ son zamanlarda her geçen gün İslâm ile şereflenenlerin sayısının arttığı haberleri geliyor. Bu da âdeta Peygamber Efendimiz’in şu beyânının bir tecellîsi durumunda:

“Allah bu İslâm Dîni’ni (dilerse) elbette fâcir kişi ile de te’yid edip kuvvetlendirir.” (Buhârî, Cihad, 182; Müslim, Îman, 178)

Ayrıca bu olanlar, insanımızın “hümanist” ve “medenî” geçinen Avrupa’nın gerçek yüzünü görmesine de vesîle oldu.

Batı’nın maskeli medeniyeti; televizyon, sinema, medya ve internet vâsıtasıyla, dünyaya sefâletlerini saâdet olarak gösterme, zayıf milletlere yaptıkları katliamları da demokrasi ve hürriyet götürmek olarak takdim etme rezâletini irtikâb ediyordu.

Dün Endülüs’te, Balkanlarda, Kırım’da, Orta Asya’da, Afrika’da bugün de Orta Doğu’da, Suriye’de, Arakan’da, Afganistan’da, Keşmir’de, Gazze’de velhâsıl müslümanların mazlum ve mağdur kaldığı her yerde, en acımasız şekilde saldırdılar; bebek, kadın, ihtiyar demeden kan döktüler; ırza tasallut ettiler, mukaddesâtı çiğnediler.

Kendi emellerine hizmet edecek zâlimleri destekleyip himâye ettiler; mazlumların göz göre göre ezilmesine ses çıkarmadılar.

İşte Batı’nın gerçek yüzü budur! Onların “hümanizm” ve “insan hakları” gibi süslü lâfları ise, ancak büyük bir yalandan ibarettir.

Bütün bu olup-bitenleri Allah (cc) gördü, duydu, biliyor.

Mehmed Âkif’in ifadesiyle:

Tükürün Ehl-i Salîbin o hayâsız yüzüne,
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne,
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün
Tükürün maskeli vicdânına asrın tükürün!..

Selam ve dua ile.

Evet, herkesin bir planı var, Allahın ise bir hükmü. Mekerallahu! La galibe ilallallah!

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.