Türkiye’nin kritik seçimi tamam, ekonomide acil eylem planı olmalı!

Cumhurbaşkanlığı seçimi de tamamlandı ve Türk milleti, Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a beş yıl daha ‘başkanlık yetkisi’ verdi.

Sn. Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP ise ana muhalefet olma görevini sürdürecek. Özellikle muhalefetin önümüzdeki günlerde nasıl şekilleneceği çok konuşulacak ama bu konuşmalar ekonomiyi hiç etkilemeyecek.

O nedenle iktidar cephesinde ekonomi yönetimi ve politikalarının nasıl şekilleneceği çok daha önemli bir konu başlığı olarak önümüzde duruyor.

Siyaset ve seçim süreçleri, her ne kadar sabit gelirli geniş kitleler için vaatler ve icraatlar açısından çok bereketli olsa da yaklaşık iki yıldır küresel ve bölgesel gelişmeler nedeniyle Türkiye ekonomisinin makro dengelerini bozan kararların alındığını unutmayalım.

Bu kararlar, ‘makro ihtiyati tedbirler’ başlığı altında toplanabilir ve en önemlisinden en basitine tamamına yakını Türkiye ekonomisinin temel yapısına ve piyasa ekonomisi anlayışına işleyişine aykırı kararlardı.

Bu nedenle Türk özel sektörünün finansmana erişimini çok olumsuz etkiledi. İhracatçının dövizle ilişkisini bozdu. Resmi ve serbest piyasada farklı döviz kurları oluşmasına yol açtı. Politika faizinin birkaç katı piyasa faizine neden oldu.

Bu kararlardan geri adım atmak seçim öncesinde makro dengelerde ani değişikliklere yol açabileceği kaygısıyla mümkün olamadı.

Muhalefet ise haklı olarak ekonomi yönetiminin yumuşak karnı olduğu için bu alanda sert tartışmalar açtı.

Öyle oldu böyle oldu seçimler tamamlandı.

Şimdi ekonomide yeni bir yol haritası olacak mı?

Olacaksa buna göre yeni bir ekonomi yönetimi kurulacak mı?

Tabii ki bu konuda kararı siyasi iradenin en tepesindeki isim Sn. Recep Tayyip Erdoğan verecek:Türkiye ekonomide son iki yıldır uygulanan politikalarda ısrar edecek mi?

Yoksa “Şimdi değişim zamanı” diyerek ekonomiyi kısa vadede istikrara kavuşturmaya ve orta ve uzun vadede ise yapısal sorunlarını çözmeye odaklı yeni bir politika setini uygulamaya başlayacak mı?

Ekonomide acil eylem planı olmalı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 2021 Mart ayından itibaren ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ inancıyla uygulamaya aldığı ‘enflasyona meydan okuyan’ faiz politikasını sert bir şekilde değiştirmesi beklenmiyor.

Hatırlayalım, ‘Merkez Bankası Politika Faizi, enflasyonun altına indirildiği’ andan itibaren (2021 Aralık) ‘çok sert kur atağı ve onun da etkisiyle enflasyonda hızlı yükseliş’ yaşanmıştı.

Aynı günlerde uygulamaya alınan Kur Korumalı Mevduat (KKM) ‘enflasyondan daha düşük faizin, kur ve enflasyonu yükseltici etkisini’ adeta frenlemişti. Sonraki küresel ve bölgesel gelişmelerin etkisiyle dünyanın her yerinde enflasyonlar azgınlaşmıştı.

Bir süre sonra da ‘faiz artırarak enflasyonu düşürmenin pek mümkün olmadığına dair inançlar güçlendi’ ve Türkiye’nin ‘yüksek enflasyona rağmen faiz artırmaması’ çok da konuşulmaz oldu.

Ekonomi kadrosu ve faiz politikası değişmeli?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Mayıs gecesi yaptığı konuşmada “Güven ve istikrar çok önemli. Güçlü bir ekonomi yönetimini bu iki kavramın üzerine kuracağız. Uluslararası itibara sahip bir finans yönetimi, yatırım ve istihdam odaklı bir üretim ekonomisi tasarlıyoruz. Sanayiden enerjiye her alanda giderek artan üretim gücümüzün sağladığı imkânları, herkesi şaşırtacak yeni bir ekonomik atılımın lokomotifi haline getireceğiz” dedi.

Ardından Karadeniz’de devreye alınan yerli doğal gaz ile Gabar’da bulunan yerli petrolden bahsetti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, tebrik mesajında Türkiye’nin (Trakya’nın) enerjide hub (merkez) olmasına dair teklifini tekrar hatırlattığını anlattı ve bu yönde adımlar atılacağını söyledi.

Bir bakıma ‘enerjide dışa bağımlılığın sebep olduğu dış ticaret ve cari açığın süratle düşürülmesi’ için her şeyin yapılacağına vurgu yaptı. Aynı anda ‘mevcut faiz politikasının değişmeyeceğine dair’ güçlü ifadeler de kullandı.

Öyle anlaşılıyor ki ekonomi kadrosu değişse de ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ inancına bağlı düşük faiz politikası devam edecek. Oysa piyasada seçimden sonrası için genel beklenti ‘Erdoğan kazansa da politika faizinin 6 ay içinde yüzde 20’nin üzerine yükseltilmesi’ yönündeydi.

Belki bizim gözümüzden kaçan birşeyler vardır. Bu konunun kısa sürede netleşmesi için ekonomi yönetimi ve faiz polittikasının acil değişmesi çok önemli. 

‘Ekonomi battı, büyük kriz var’ söylemi seçmende neden tam karşılık bulmadı?

Öncelikle, tüm seçim süreci boyunca ekonomide ciddi sıkıntılar olduğunu herkes kabul etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da birçok konuşmasında sıkıntıları dile getirdi ve ‘bunları da ancak biz çözeriz’ dedi.

Muhalefet ise Türkiye ekonomisinin hem çok büyük kriz içinde olduğunu hem de iktidar olmaları halinde birkaç ay içinde her şeyin düzeleceğini ifade ederek kendi iddiasıyla çelişkide kaldı.

Seçimin ana ekseninin ‘soğan mı beka meselesi mi’ tartışmasına oturduğunu da gördük.

Sonuç olarak hem TBMM’de çoğunluğu hem de Cumhurbaşkanlığı makamını, 21 yıldır ülkeyi yöneten aktörler kazandıysa ‘Ekonomi battı büyük kriz var’ söyleminin karşılık bulduğu düşünülemez.

Peki, neden beklenen karşılığı bulmadı?

Bence bu sorunun iki cevabı var;

Birincisi, seçmen ekonomik sıkıntılar yaşasa da 21 yıllık Ak Parti, Erdoğan dönemdeki hissettiği güçlü refah artışının farkında.

İkincisi ise, şu veya bu nedenle yükselmiş güncel enflasyonun getirdiği temel tüketim ürünlerindeki hızlı fiyat artışları ve kiralardaki astronomik rakamlara karşı asgari ücretten emekli aylıklarına kadar ciddi ayarlamalar yapılması makul bir denge oluşturdu.

Bu nedenlerle olsa gerek merhum Süleyman Demirel’e atfedilen ‘tencere iktidarı götürür’ sözü bu defa ‘tencere sanıldığı kadar boş olmadığı için’ havada kalmış görünüyor.

Yaklaşık son iki yıldır uygulanan mevcut modelin Türkiye ekonomisini getirdiği yer belli, Yüksek enflasyon, yüksek iç ve dış açıklar, yüksek işsizlik.

Bunlara ek olarak, seçimden bir önceki iş gününün tablosunda döviz cinsinden mevduatlara verilen astronomik faizler, TL cinsinden mevduatlara verilen son 20 yılın en yüksek faizi ve döviz çekme talepleri karşılanmayan mevduat müşterileri vardı.

Toplumun farklı kesimlerinin farklı maliyetler üstlenmek zorunda kalacağı bir süreç olacak.

Son yılların, henüz ne olduğu tam olarak anlaşılamayan “heterodoks” politikalarının yerine daha geleneksel ekonomi ve daha ortodoks para politikasına dönüşün yanı sıra, ekonomideki kritik kurumların ve kurumsal yapının güçlendirilmesi gerekecek.

Değişim senaryosunun başarısı ilk etapta yerli ve yabancı yatırımcıların ve tasarruf sahiplerinin Türkiye ekonomisine güven duymaya ikna edilmesinde yatıyor.

Son dönemde ikili devlet ilişkileri devreye sokularak elde edilen ödünç paralarla sağlanan denge yerine sermaye girişlerinin tekrar normal dönüşünü sağlamak gerekiyor.

Hazine’nin uluslararası sermaye piyasalarından makul maliyet ve vadelerle borçlanabilmesinin önü tekrar açılmalı; yastık altına ya da dışarıya giden dövizlerin tekrar sisteme dönüşü sağlanmalıdır.

Ekonomiyi düşe kalka götürmek. 2024 yılı Mart ayından Türkiye tekrar seçimlere gidiyor. Mayıs ayında yapılan seçimler gösterdi ki; Türkiye’deki politikacılar seçimi kazanmak için ne pahasına olursa olsun çok radikal bir seçim ekonomisi uygulayabiliyorlar.

Göreve gelecek yeni yönetim, son seçim ekonomisi şiddetinde olmasa bile 2024 yerel seçimlerini “düşünerek” daha “orta yolu benimsyen” bir bakışla kısa vadede istikrarı sağlayıp sonra işi rölantiye alarak idare etme yoluna gidilebilir.

Bana göre uygulanabilir en iyi ekonomik senaryo bu.

Hepimize bol kazançlar. Selam ve dua ile....

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.