Millet İttifakı: Müttefik mi, müsterih mi?

Millet İttifakı: Müttefik mi, müsterih mi?

Önceki yazımda Millet İttifakı partilerinin ‘siyasi bir ittifak yapmayı değil, ‘seçim ittifakı’ yapmayı tercih ettiklerini, bunun da başta Kürt meselesi, HDP ile ilişkiler meselesi olmak üzere pek çok konuda ortak bir çerçeve belirlenmesini zorlaştırdığını anlatmıştım.

Malum, AK Parti ve MHP arasında ‘siyasi ittifak’ var. Ama Millet İttifakı partileri arasındaki sadece ‘seçim ittifakı’.

Bugün muhalefette yer alan partiler belirli temel meseleleri aralarında konuşuyorlar. Ama hem erken seçim isteyen hem de çatı adayı konusunda uzlaşı var mı sorusuna “O parti/partilerle bu konuyu konuşmadık” cevabı veren parti liderlerine bakılırsa, ortada sadece birbirinden müsterih olma durumu var. Yani seçime kadar birbirlerinin şerrinden eminler, yekdiğerinden bir saldırı beklemiyorlar o kadar. “Seçim ittifakı” da az çok böyle bir şey zaten.

Millet İttifakı'nı oluşturan -ya da daha doğrusu böyle bir ittifakı oluşturması beklenen potansiyel partiler diyelim- tek tek ses getiriyor, gündem belirliyor ve mecburiyetler sınırlılıklar engellemeler ile sınana sınana yol alıyorlar, doğru.

Tek tek partilerin karnesi fena değil. Aralarında anketlerde yükselişe geçen müstakbel oylarını arttırdığı görünen partiler var, doğru.

Ancak birlikte, bir arada nasıl bir görünüm oluşturuyorlar, nasılını geçtim bir beraberlik görüntüsü oluşturabiliyorlar mı sorusunun cevabı ‘evet’ değil.

Millet İttifakı partileri ‘seçim ittifakı’ yani aslında sandık ittifakı gibi ‘belirsiz’ ve salt oy kazanma-muhatabına seçim kaybettirme hedefine odaklanmış zoraki arkadaşlık yerine, ‘siyasi ittifak’ seçeneğini tercih etmiş olsalardı nasıl olurdu?

Sorunun cevabı ortada: Bu partiler seçim ittifakı yerine siyasi ittifak yapsaydı, yani şu ana kadar ortaya hiç değilse "Bu blok kazanırsa nasıl yönetecek?" sorusunun açıklaması olabilecek bir deklarasyon konulmuş olsaydı, demokrasiden hukuk devletinin temellerine, özgürlüklerden ekonomiye ve üretime orta karar bir reçetede, asgari müştereklerde buluşan bir kadronun restorasyon kadrosu olarak millete takdimi söz konusu olmuş olsaydı, bugün "AKP var ya, kaybederse gitmez aha şuraya yazıyorum" türü bıkkın ve bedbin teorilere daha az yüz verilirdi diye düşünüyorum.

Hakeza, “İster misiniz şimdi HDP Erdoğan’ın Kürt açılımı girişimlerine olumlu yanıt versin ve saf değiştiriversin!” soruları daha az fısıldanırdı sağda solda.

Çünkü eğer Millet İttifakı partilerinin kendi aralarındaki güç birliğini siyasi referanslarla sağlamlaştırması ihtimali olmuş olsaydı eğer, tabanında da koşullandırılmış çaresizliği aşabilen bir özgüven olurdu. Şu an itibariyle yok.

Zira, hemen her partide seçime kadar her partinin kendi habitatını olabildiğince konsolide etmesi, kendi mahallesinden alabileceği oyun hepsini alması için ayrı hareket etmesi gerektiğini düşünenler ağır basıyor.

Onlara göre seçim günü geldiğinde seçmen zaten beraber hareket etmeyi anlayışla karşılayacak, şimdiden bir blokun üyesi olup mevcut sınırlılık ve engellere yenilerini eklemeye gerek yok.

Teoride öyledir, ortak hareket etmek demek asgari müştereklerde bir araya gelip seçime kadar kendi ‘özgün’ kimliğini, yan ajandalarını, kimliğine has bakışını özetle ‘farkını’ çok fazla açıp saçmamayı gerektirir. Siyasi ittifak kurulur ve bazı partiler kurallara uyar ama kendisini diğer partilerden ayrıştıran cihetlere odaklanırsa mesela, Cumhur İttifakı'nın yozlaştırıcı ve kışkırtıcı müdahaleleri ile seçim öncesi yaşanacak bir dağılma moralleri daha da bozar, bu riske girmeye gerek yok diye düşünenler var.

Ancak bu yaklaşımın pratikte bir karşılığı yok.

Çünkü halk ‘beş benzemez’e bir şartla oy verir, ortaklaşa bir işin ucundan tutabileceklerine ve tamamına erdireceklerine güvenirse.

Anlayacağınız, ‘belirsizliğe’ oy vermez.

Çünkü müstakbel bir ‘belirsizlik’, mevcut kötüden daha korkutucu görünür.

Cumhur İttifakı'nda olan partilere oy vermiş seçmenden oy bekleniyorsa eğer -ki bekleniyor- oy tercihini değiştirmeye meyilli olan o seçmenin mevcuttan şikayet etse de, belirsizliği tolere etmeye gönüllü olmadığı da bilinmeli.

Son anda tekemmül eden ittifak görüntüsünün, halkta "Ne sundunuz ki ne istiyorsunuz?" duygusunu uyandırması işten bile değil.

Ekonomiye dair misal ne sundun?

Kavgalı evde dirlik düzen olmaz, nasıl yöneteceksin, kavga olmamasını nasıl temin edeceksin de iktisadı, ticareti, kamuyu ve özel sektörü rahatlatacaksın?

Takdir edersiniz ki "Kavga etmemeyi nasıl başaracaksın?" sorusu direkt kimlikleri ilgilendiren bir soru.

Kimliklerden kaynaklanan tedirginlikleri izale etmemiş bir Millet İttifakı'nın ekonomiyi düze çıkarma olasılığı da yok.

BAŞÖRTÜSÜ YENİDEN YASAKLANMALI DİYEN AKADEMİSYENİ GÖRMEZDEN GELMEK

Yakınlarda Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Ercan Çankaya diye biri, sosyal medyada cevap verdiği başörtülü bir kız öğrenciye iktidar profili değiştiği zaman başörtüsünün yeniden yasaklanacağını, kendisinin de bu yasağı uygun göreceğini yazdı mesela.

Trol değil, çamur değil, öğretim elemanı, akademisyen.

Kendisine tepki gösterenler arasında CHP’li olduğu anlaşılan seküler profiller vardı. Ama yüksek profilli bir CHP’li yoktu. (En azından ilk saatlerde.)

CHP’nin kurmayları, İyi Parti’nin seküler profilleri şunu iyi anlamalı: İnsanların inançlarına ipotek konmayacağına, başörtülü kamu görevlilerinin tek tek işten atılmayacağına dair teminat vermenin yolu "Başörtülü kızlarımızın eğitim hayatı bir daha engellenmez, o iş çözüldü" demek değil artık. Bunu söylemek abes oluyor. Hatta "Üniversite tamam da memuriyete göz yummayız" olarak anlaşıldığı için bariz art niyetli bir okuma olarak algılanıyor.

“Bizim dönemimizde başörtülü kadınlar liyakat sahibi olmak koşulu ile Adalet Bakanı da olurlar, Savunma Bakanı da olurlar, Aselsan’da mühendis de olurlar...” cümlesini kuramıyorsanız, AK Parti’den rahatsız olan öfkeli AK Partililer bile Millet İttifakı'nın kazanması olasılığına korku ve tedirginlikle yaklaşacak.

Korkuları izale etmeniz hem bu cümleyi kurmaktan hem de bu tedirginlikleri taşıyan, temsil edecek olan Gelecek ve Deva Partilerini merkezileştirmekten geçiyor. Bu iki partinin değerinin aritmetik karşılıkları ile ölçülmeyeceğini, onlara açılan alanın büyüklüğü ile doğru orantılı olarak sağlanabilecek geometrik büyümeyle ölçüleceğini belirteyim.

"Peki ya bizim korkularımız?" diyeceksiniz haliyle.

Siyasi ittifak kurmanın yolu, partilerin bir daha asla neyi yapmayacaklarını anlatmalarıyla da mümkün.

Gelecek ve Deva partileri de, hatta belki Saadet Partisi; bir daha asla dinin siyasi hedeflere uygun aparatlar olarak araçsallaştırılmayacağına, buna müsaade etmeyeceklerine söz vermeliler. Kağıt üzerinde çok kolay yapılabilir, üzerinde çok kolay mutabık kalınabilir gibi görünen bu cümlenin pratiği hiç kolay değil. 2000’lerin başında CHP başörtüsüyle okuyamayan meslek sahibi olamayan kadınların sorunlarını dile getirmeyi ‘dini siyasete alet etmek’ olarak görebiliyordu misal. Oysa değildi.

Diyeceğim o ki…

Kılıçdaroğlu "Kazanırsanız nasıl yöneteceksiniz?" sorusuna “Beraber yöneteceğiz” cevabını vermişti. Başlangıç için doğru, değerli bir adımdı bu.

Ancak ‘beraber yönetmek’ için önce ‘geçinmek’ gerekir. Geçinebilmek için de bir ucundan anlaşmanın yollarını bulmaya çalışmak, ortak değerler üzerinde mutabık kalmanın ötesinde bunların nasılı üzerinde de uzlaşmaya başlamak, kavga konusu olabilecek kalemlerin sayısını azaltmak gerekir.

Bir uzlaşı niyeti ortaya çıkarsa, halk bu duyguyu alır, hisseder ve şans verir. Değilse, şöyle uzaktan bakar ve hükmü yapıştırır: Kavgalı eve kız verilmez. Eh, oy da verilmez.

Kaynak: HABER TÜRK GAZETESİ

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.